kategoriler

27 Ekim 2016 Perşembe

EN ANLAMLI KOPYALA YAPIŞTIR :(

huyum değildir kopyala yapıştır yapmak ama o kadar güzel anlatmış ki bir başkası benim yerime, bana söyleyecek söz bırakmamış. ben sadece paylaşıyorum hem yazıyı hem hisleri...

Irmak'ın ölümünden sonra sosyal medyada en çok paylaşılan yazı
''Baştan belirtme gereği duyuyorum, uzun ve benim için yazması hayli zor bir yazı olacak. 'Müge Anlı'yla her fikrim uyuşmuyor; her yaptığını, her sözünü onaylamıyorum. Mesela "Eşimi sevmiyorum" diyen kadına, toplumumuzun en yaygın problemlerinden olan evlilik içi tecavüzü göz ardı ederek "Sevmeden 4 çocuk yapmışsın, bir de sevsen ohoo..." gibi bir laf etmesini, arada yaptığı bu tarz gafları onaylamıyorum; lakin, özellikle sosyologların ve sosyolojiyle ilgili direkt ya da disiplinler arası çalışan herkesin bu programı izlemesini tavsiye ediyorum.''



''Halk tam olarak Müge Anlı'nın stüdyosunda, Rahmi Bey'in yanında oturuyor. Evde olduğum sabahlar tahammül edebildiğim son sınıra kadar Müge Anlı'yı izlemeye çalışıyorum, bugüne dek neler görmedim ki: Kimin kimin karısıyla/kocasıyla münasebeti olduğunu stüdyodaki üç yüksek eğitimli kişinin çözemediği köyler, eniştesiyle kaçan kızlar, geliniyle ilişki yaşayan kayınpederler, kayınbiraderiyle yaşadığı ilişkiyi öğrendi diye kayınpederini öldürüp baraja atan tülbentli basma etekli kadınlar, para karşılığı birlikte olduğu kadının oğlunu buna şahit oldu diye öldürüp tarlaya atan adam ve oğlunun cesedinin yerini bildiği halde stüdyoya gelip ağlayan, gözüne kalem çeken anne, anneannesine tecavüz edip cesedini ormana atan torun ve bu torunu hapse attırdılar diye kardeşlerine beddualar eden annesi, abisinin üst komşusunu ve 2 küçük çocuğunu uyuşturucu parası için öldüren tipler, en yakın arkadaşını içki masasında öldürüp hiçbir şey olmamış gibi cenazesine giden adamlar, karısını öldürüp apartman boşluğuna atan imam, çocuğunu çocuğu olmayan kardeşine satıp sonra 20 bin tl borç vermedi diye geri isteyenler, "Portakaldan muska çıkarıyorum" diyene akraba evliliğinden dolayı sakat doğan çocuğunun ameliyat parasını sorgusuz sualsiz verenler, yıllar önce kaybolan çocuğu Müge Anlı'ya ailesini aramaya çıkınca gelip çocuğun ağzını burnunu hayvan pazarından davar alır gibi kontrol eden baba, Aydın'da yaşayıp oğullarına Ağrı'dan başlık parasıyla kız alma vaadiyle 50 bin lira dolandırılan aileler, işçi olarak gittiği ülkede hamile bıraktığı yabancı kadınları bir daha asla arayıp sormayan herifler, onların Türkiye'deki akrabalarını bulmaya gelen yarı Alman/Hollandalı/Fransız çocuklarının Kayseri'den gelen ve kemerine telefon kılıfı takılı abileriyle, hepsi türbanlı ablalarıyla kavuşma anları, daha neler neler...''

üniversitesinden seçilen bir ekip incelemeli. Amerika'da olsa filmleri, belgeselleri, American Horror Story Çam Family diye dizi sezonları çekilir haklarında. Eşi benzeri çok az olan, travmatik, mide bulandırıcı, hastalıklı bir sapık aile vakası.
Büyük şehrin gece hayatının en hareketli olduğu alanında bu vakayı büyük ekranlardan izletsen o sırada bu programa konu olan tiplerin içiyorlar, flört ediyorlar, eğleniyorlar diye "ahlagsızlarr allahsızlarr" diyeceği insanlar şok geçirerek evlerine dönerler.'' ''İçtenlikle söylüyorum ki çoğunuzun İstanbul'dan kaçıp gitmek istediği küçük yerlerin %95'inden nefret ederim. Öğrenciyken teknik geziye diye bulunmaktan bile hiç hoşlanmazdım. Çünkü -bu dediğimin üzerine düşünün- en kalabalık metropolün en kalabalık noktasında, küçük yerde olduğunuzdan daha fazla güvendesiniz farkında olmasanız da.

Georg Simmel'a göre toplum, etkileşimle birbirine bağlı bireylerdir; birey sayısı bu etkileşimin negatifliğini, pozitifliğini ve katmanlarını belirler. Bugün Himmet Aktürk vakasını düşünürken Simmel'ı aklıma getirdim sık sık, mahallelinin "Aramızda para toplayıp Müge Anlı'ya dava açacağız" demeye varan öfkeli tepkisini, insanları hizada tutan şeyin içten mi geldiğini yoksa blase kavramı mı olduğunu...

Simmel dedikten sonra kendi fikrimi onunkinin ardından söylemem bana da abes gelse de uzunca bir zamandır kentleşmenin beşeri insana çeviren şey olduğunu düşünüyorum, burada da "Her beşer insan değildir" diyen Ali Şeriati'ye yine saygı duyuyorum.''

Yazacaklarım için neden böyle dolambaçlı bir yol izledim? 

4
9

Herkes düşünsün istiyorum

Irmak'ın ölümünden sonra sosyal medyada en çok paylaşılan yazı
''Çünkü herkes "inanamıyorum/nasıl olur/nasıl yapar/nasıl söyler" demeden biraz düşünsün istiyorum. İnanın arkadaşlar, mahalle denen küçücük birimden niceliği dünyadan daha büyük kötülükler çıkabileceğine, bir adamın 3,5 yaşındaki bir çocuğa cinsel saldırıda bulunup sonra öldürebileceğine, yarım akıllı ve gariban görünenlerin gayet planlı programlı katiller olabileceğine, bir mahalle dolusu insanın bu kişiyi korumak için sıraya dizilebileceğine, Müge Anlı gibi tampon kurumların gerçek kurumlardan daha işlevsel olabileceğine, meşgalesizlik ve cehaletin kimyasal silahtan bile daha çok can alabileceğine inanın. Bu dünyada ayakta kalmak hiç kolay değil, lütfen naifliğinizi tamamen bırakmasanız da bir gömlek gibi katlayıp kenara koyun, her gün değil ara sıra üstünüze geçirin.''

5
9

Tekrar küçük yere ve paylaşılmış, hasır altı edilmiş kötülüklere dönüyorum

Irmak'ın ölümünden sonra sosyal medyada en çok paylaşılan yazı
''Belirttiğim gibi ben ne kasabaları, ne de köyleri belli başlı lokasyonlarda, hatta belli başlı topluluklara ait olmadıkları müddetçe hiç sevmem. Çünkü kasaba dediğimiz yer, şehirle köyün arasında bir yerlerde, ekonomisinin çoğu içsel, işi az, kadın istihdamı yerlerde, özellikle bizimki gibi mazoşist muhafazakar, yani kendi yaratmadığı bir kültürü devşirerek acı veren bir muhafazakarlık içinde kalmış toplumlarda hasetliğin, dedikodunun, fitneciliğin gırla gittiği, çok fazla boş vakitten kalan enerjinin bir Alman kasabası gibi hobilerle sporla atılamadığı için sapıklığa dönüştüğü, cinsel gerilimin akşamları yakılan sobalardan çıkan is kokusu gibi havada öylece durduğu bir gayya kuyusudur.

Onları daha da delirten, muhafazakarlık maskesi altında büyük şehirde işle güçle trafikle uğraşan insanların aklının ucundan geçmeyecek aksiyonları göze alabilirler. Senin "Ah benim saf masum gözlemeci teyzem" diye duygusal belgeselci gibi naif hisler beslediğin teyze, kocası namazdayken dükkanda duran akraba çocuğuyla iş pişirebilir.

Öğlen kahvede oyun oynayan torun torba sahibi amca, gece makatına hıyar soktuğu için çocukları tarafından apar topar ilçeden uzak bir hastaneye götürülebilir.

Hiçbir maddi güvencesi olmayan, tek umudu bir markette asgari ücretle iş bulması için dualar ettiği oğlu olan bir kadın, oğlunun kızını taciz etmesine hatta tecavüze kadar gitmesine kaya gibi bir sükunetle göz yumabilir, çünkü ileride yatalak olunca el evine giden kızı değil oğlunun getirdiği gelin bakacaktır ona.

Adi bir suçlu, pek çok kasabalı tarafından korunabilir, çünkü belki o da başkalarının adi suçlarını biliyordur, mesela iki ev ötedeki kadının üç ev berideki adamla kırıştırdığını, yan evdeki herifin karısına her akşam döverek tecavüz ettiğini, kahvedeki Ali'nin mahalledeki küçük çocuklara çeşitli el şakaları yaptığını, o derme çatma evlerdeki kendi yağlarında kavrulan insanlar manzarasının aslında bir cılk yara olduğunu.''

6
9

Bakışlarında bile bir fütursuzluk vardır bu insanların

Irmak'ın ölümünden sonra sosyal medyada en çok paylaşılan yazı
''Dejenere şehirlilerin 3 saniyeden fazla göz göze gelmekten tedirginlik duyacakları yabancı kadınlara uzun uzun, hiçbir mimikleri kıpırdamaksızın, ağızları yarı açık bakabilirler, bundan rahatsızlık duymazlar. Büyük şehrin sosyal kurallarının ehlileştiriciliğinden uzak oldukları için çekinceleri pek yoktur. Her an "cıs" olabileceklerini düşünmediklerinden davranışlarının sonucunu pek düşünmezler. Entry'nin Manas Destanı'na evrilmemesi için söylemek istediklerimin kalanını söylemek adına sözü Şükrü Erbaş'a bırakıyorum, lütfen 'Köylüleri neden öldürmeliyiz' isimli şiirini okuyun. Bu kısma sadece şunu eklemek istiyorum, bazen insanlar kendi maruz kaldıkları pislikler ortaya çıkmasın diye pisliği yapanı savunabilirler; çünkü tacize uğramak taciz etmekten, tecavüze uğramak tecavüz etmekten, dayak yemek (yani dayağı hak etmek) dayak atmaktan daha kötü görünür, ahlakı içinden üretmeyip dev bir hap gibi dışarıdan alıp yutmaya çalışırken boğazına takılan toplumlarda. Bir kez tacize uğrayan kişi korunup kollanacağı yerde kamusal bir tecavüz nesnesine dönüşebilir.

Himmet'i ölümüne savunan mahalleliye bir de bu gözle bakmanızı tavsiye ederim.''

7
9

''Himmet Aktürk'ün itirafını sabah evden çıkmadan izledim''

Irmak'ın ölümünden sonra sosyal medyada en çok paylaşılan yazı
''Buraya kadar okuyanların tahmin edeceği üzere bu olay beni sizi ettiği kadar şok etmese de tüm günümün içine sıçtı, 2 ayrı kurumdaki işlerime de dikkatimi veremedim, arkamdan kadın salak galiba demişlerdir. Sabahtan beri bir sütlü kahve bir muzla duruyorum, içim yeme içme almadı, ama Himmet adlı sapık, Irmak'a tecavüz edip öldürdükten, cesedini bir çöp konteynırının içine bıraktıktan sonra bakkala uğrayıp sucuk alıp pişirmiş ve yemiş. Sanıyorum yazdıklarım biraz daha anlamlanmıştır.

Geri dönüp çöpe bıraktığı çuvalı aldıktan sonra 3 km ötedeki bir bağa gömmüş. Son derece soğukkanlı ve planlı. İtirafının son aşamasında bile kendini değil, hala parasını alıp onunla birlikte olmayan kadınları, aslında onunla birlikte olmayan tüm kadınları suçlamasından toplumdaki uç erilliği ve suçunu kabullenmediği için eğer dışarı çıkarsa aynı suçu bir daha işleyeceğini net olarak görebilirsiniz.

Yeri gelmişken, bu "Kadınlar şöyle şöyle, o yüzden blablabla" diye kendi hakaretlerini, kendisinin ya da başka bir erkeğin yaptığı tacizi, kaba davranışlarını aklamaya çalışmak size de hep okuduğunuz bir yerden, mesela bir web sitesinden tanıdık geliyor mu?''


''28 yaşındaki aşırı çaresiz ve babasından dayak yiyen annesi, dedesi yaşındaki babası, babasının stüdyoya gelirken bu kış günü çorap üstü sandalet giymesi, fakirin fakire ettiğini kimsenin edemeyeceğini ispatlarcasına gariban aileye yüklenen mahalleli, yazları Irmak'ın ayağında çıkan ve yürümesine engel olan yaralar, doğru dürüst bir fotoğrafının bile olmaması, olanlardan da bakımsızlığının, garibanlığının bir çift göz olup sanki direkt bize bakması, o sapık tarafından kaçırılırken son sözünün "anne" olması... Çileli kısacık ömrünün aklımızın alamayacağı acılar içinde son bulması, az önce bağda bulunan ayakkabısı... Gitmiyor gözümün önünden.''

8
9

Kötülük yok olmuyor

Irmak'ın ölümünden sonra sosyal medyada en çok paylaşılan yazı
''Suriyeli göçmenler durmadan ürüyor, insanlar bunu eleştirince başka insanlar "ama savaştan sonra var olma psikolojisi", "sana mı soracaklar" gibi argümanlarla eleştirenlere kızıyor, insanlar birbiriyle ağız dalaşına girerken her gün 3 yaşını belki de doldurmayan Suriyeli nice bebek sokağa düşüyor, bir metrobüsten diğerine atlıyor. Bu çocuklarla ilgili birincil endişem ne ileride birer suç makinasına dönecekleri, ne de toplu taşımada verdikleri rahatsızlık. İlk endişem sokaklarda her gün uğradıkları gizli tacizler. Mendil, ıvır zıvır satmaya çalışırken kimler bu çocukların nerelerine elliyor, kuytularda rastlayınca nelere maruz kalıyorlar düşünmek bile istemiyorum ama ben düşünmeyince kötülük yok olmuyor.''

9
9

Keşke Irmak izleseydi

Irmak'ın ölümünden sonra sosyal medyada en çok paylaşılan yazı
''İzleyin arkadaşlar; sosyoloji çalışanlar, küçük yer ve kasabalı algısı ramazan temalı reklamlarda gördüğü bir avluda hazır çorba kaşıklayan 5 aileden ibaret olan beyaz yakalılar, gerçekten tavsiye ediyorum.''
''Müge ablayı da baya takdir ediyorum bu arada, işine emek veriyor, kişisel şovuna çevirmiyor, kendini geliştirmeye çalışıyor. 3 gün önce kaçırılan başka bir kız çocuğu Hatice Kübra, bugün Müge Anlı'nın Himmet'i nasıl öttürdüğünü gösteren yayından sonra jet hızıyla ailesinin kapısına geri bırakılmış, bu gerçekten başarıdır. Akşam haberlerde gördüm, mahalleli davul zurna getirmiş, Hatice Kübra bulunduğu için göbek atıyorlar, yarın bir gün o oynayanlardan birinin benzer bir suça karışma potansiyelini ben biliyorum, bence Müge Anlı da biliyor.

Şimdi Müge Anlı'nın stüdyo koltuğunda oturan halktan, yani gerçeklerden kaçabilmek için 5 bölüm Masha ve Ayı izleyeceğim, keşke benim yerime Irmak izleseydi.'

7 Ekim 2016 Cuma

iyileşince döncem

ne zaman diyete başlasam hasta olurum ben ki yine hasta oldum. hemde çok hastayım. boğazlarım şis halsizim isteksizim. :( iyileşince döncem

5 Ekim 2016 Çarşamba

ilk gün zor ve iradeden yoksundu :( nerdeeeen nereye anlattım

Akşam işyerinden çıkmadan bir iki egzersiz hareketi yaptım, ortam müsaade ettiği sürece tabi J bu spor salonunda gördüm basit bel inceltme hareketiydi. Sadece bunu yapabildim. 20lik 2 set yaptım ve 1 litre su içtim.
Akşam yürüyüşümü hakkını vererek yaptım şimdilik 1 km yürüdüğümü söyleyebilirim :D ama bu sayı gittikçe artacak.

Akşam yemeği zamanında bir kase yayla çorbası içtim 1 dilim esmer ekmek yedim elma yedim azcık Zeynep in çıkolatasından yedim cips yedim :D ohaaaaaaaaaaaaaa yazarken utandım daha ne yiyeyim. Beni bu akşam yemeleri mahfetti hep o yüzden. Yalnız gerçekten ya fil gibi yemişim. Bu akşamlara çare bulursam sanırım her şey hallolacak. Gece de 10-11 gibi yattım.

Sabah kalktım 2 poğaca 2 şekerli bir bardak çay içtim daha da bir şey yemedim. Şu an saat 13,30. Azcık acıktım sanki ( ne azı deli acıktım, yazarken ağzımın suyu akıyor). Sanırım yazımı bitirip elimde kalan yarım işimi de bitirip yemek yerim. Elimdeki işi bitirmem lazım valla patron bekliyor mail atmamı. :D bu işi yapmak için çok vaktim vardı ama hep bir erteleme yoluna girdim. Sanırım benim gerçek sorunum bu. Hayatta her şeyi ertelemek. L kendime not. Buna da bir çözüm bulmak lazım. Böyle gitmez.
Raporu yollayayım, yemek yer ve suyumu içerim. Bugün hiç su içmedim.
İşten bahsetmişken elim su içmek lazım diye yazıyor aklım ne kadar çok yarım işim var diye düşünüyür. Evet ne kadar yarım işim var benim ya ofiste başlayıp bitiremediğim, evde yapmayı ertelediğim. Ooooooooooooo sanırım değil direk yani ben aman yarın yaparım kızıyım. Ohaaaaaa hayatım yarım yamalak bir sürü işle dolu. Şu an bir aydınlanma yaşıyorum resmen. Hmmmmm kilo verme sürecinde sanırım kendimle ilgili de bir şeyler yapmam lazım. Buda benim yeni hedeflerimden biri olsun.

Hergün ama hergün burada yazacağım. Yolun neresindeyim, ne kadar gittim, geri mi döndüm hepsini sizinle paylaşmak istiyorum. Motive olmam için bu şart. Çünkü etrafımdaki beni çok seven insanların sözlerinin bana tesir etmediğini fark ettim. Çünkü nazın onlara geçiyor ve biliyorum ki her koşulda ben kayıtsız şartsız sevecekler. Sanırım 28 yaşında olupda 100 külo olmamın bu rahatlıktan başka sebebi yok. Umarım sessiz okuyucularım vardır bir yerde ve bana destek oluyorlardır.


Kolay günler geçirmeniz dileğiyle….

4 Ekim 2016 Salı

ne yaniiii 100 kilo mu olmuşum inanamıyorrruuuuuummmmmmm

Merhaba

Öncelikle yazılarımı kimsenin okumadığının farkındayım, ama olsun. Yine de bıkmadan yazmaya devam edeceğim. Gücüme gitmiyor da değil hani ne en yakın arkadaşım nede kardeşim girip arada bir bakmıyor bile L ama olsun. Yazı yazmak kendinle alakalı bir şey. Yazarım kendim okurum bende ne yapalım hoş ölemeyiz ya :D

Hayatım çok şişman geçiyor bu aralar. Kilo vermeyi deli gibi istememe rağmen kilo vermemek için de elimden geleni yapıyorum. Gerçekten yapıyorum. Yemek olunca kendimi kaybedip freni boşalmış gibi yiyorum.  Yemek yemeyi sevmem bir yana hareket etmekten de bir o kadar nefret ediyorum. Kendime çok düşkünüm, kendime eziyet gelen hiçbirşeyi yapmam ama sanırım bu halim bu sözümle çelişiyor. Zira 97-98 kilo yu taşıyan bu bacaklarıma yazık. Artık nefes almakta zorlanıyorum. Bir sürü problemim var. Kıyafet bulamamaya girmiyorum bile.

Neyse gelelim bugünkü kararlarıma. Öncelikle bunu bu şekilde yazıya dökeyim istedim ki kendi kendime kalınca verdiğim sözleri unumakta üstüme yok, bu yazdıklarım bir belge olsun , belki bu şekilde kendimi daha fazla motive ederim.

Burada hergün gün gün neler yaptığımı neler yapmayı planladığımı yazacağım. Bir nevi günah çıkarma yerim olacak. Bu şekilde belki bu sefer kilo verebilirim.

Mesela öncelikle su tüketimimi maksimum seviyeye çıkarmam gerek. Bunun için hemen bir bardak su daha içeyim J kiiii içtim. Akşam eve yürüyerek gideyim. Kulaklık da aldım yeni zaten. Hem müzük dinlerim hem giderim. Spor salonuna devam etmem gerek L  hemde bu sefer daha sıkı. Yemek yemeyi de azaltmam şart. Bu en sevmediğim kısım. Bakalım inşallah bu sefer olur diyelim L

Eğer bu yazımı okumuş benden başka biri olursa ne olur içinde bulunduğu zaman dilimi içinde bana dua etsin. Umarım hedefine ulaşmıştır desin. 

Buraya not düşüyorum. Var olan kilo an itibari ile 99. İlk hedefim 95. Direk 60 kilo hedef koymak ulaşamadığımda beni çok üzüyor.. üzülünce de daha çok kilo alıyorum. Bu kısır döngü içine girmemek için hedefleri kısa tutalım. 95 candır.



26 Eylül 2016 Pazartesi

Seneler önceydi. Teyzem ve dayım annemlere oturmaya gelmişti. O zaman ben bekarım, teyzemin kızı ise evli ve çocuklu. Dayım muhabbet arasında “kız çocuğunu fazla okutmayacaksın.” Demişti anneme. Muhabbetin tek o kısmı kalmış aklımda. Gerisini dinlemedim. O zaman dayım neden böyle dedi diye çok üzülmüştüm. Hatta kızmıştım. Neden böyle bir şey deme ihtiyacı duysun ki geri görüşlü biri değildi. Kendi kızı da üniversite mezunuydu. Sanki annemi kışkırtıyor gibi hissetmiştim. Kardeşim mühendislik fakültesi okuyordu ben yeni işletmeyi bitirmiştim. Yersiz bir laftı. Aradan yıllar geçti ve ben dayımın ne demek istediğini ancak idrak edebildim.


3 yıl evde oturup ara ara bunalıma girdiğimde idrak ettim o cümlenin niyetini. Kızlar okuyor, tam bilgi ve iş dünyasıyla başa çıkabilecek beceriyle donatıyor kendini, kendi çapında kariyer de yapıyor derkeeen evlenip çoluk çocuğa karışıyor. Çocuk olduğunda çalışsa çocuk annesiz büyüyecek çalışmasa kariyerinden o kadar okumuşluğundan fedakarlık ettiği için sosyal hayattan hayallerinden elini eteğini çektiği için mutsuz olacak. Dayımın kızı da o aralar bu ikilemde kalmış ve mutsuz olmuştu kesin. Çocuğunun mutsuzluğu onu da üzmüş olmalı ki belki okumasaydı evde çocuk bakmayı ev kadını olmak zorunda kalmayı sorun etmezdi diye düşünmüş anneme de o düşünceyle öğüt vermişti. Çünkü bende o ikilemde kalmış ve mutsuz olmuştum. Ve o zamanlar bu kadar okumak şart mıydı, diye düşünmüştüm yumuşatıcı reyonu önünde. 


Zamanla Zeynep ile ilgili etkinlik programı oluşturduğum, durumdan zevk almaya çalıştığım zamanda fark ettim ki gerçekten kadınların okuyabildiği kadar okuması lazım. Çünkü eğitimli bir annenin çocuğunu yetiştirmesi daha farklı oluyor diğer annelere nazaran. Asla küçümsemiyorum haşa haddim değil, benimki gözlem sadece. Karton defter kalem gibi gereçleri alırken bunları israf olarak görmemekten bahsediyorum. Kastım o aslında. Neyse kreşe gidince Zeynep daha da belirginleşti fark. Evet bekli bir dönem lisans mezunu bir ev kadınıydım ama inanın elimden geldiğince iyi yetiştirmeye çalıştım Zeynep i. Tüm bilgimi birikimimi ona verdim, o doğrultuda kullandım ve çok faydasını gördüm.

Evet canlarım, okumanın yaşı yok. İlla okul okunacak diye bir şey de yok. Kitap okuyun, çocuklarınıza bol bol kitap okuyun kendinize bol bol kitap okuyun, hayatınıza kitap okuyun…..


19 Eylül 2016 Pazartesi

YENİDEN MERHABA

öncelikle tekrar merhaba demekle başladım, çünkü çok uzun zamandır yazmaya ara vermiştim. değişik nedenlerim vardı. Telefonum bozuldu, eski tuşlu bir telefona döndüm. Bu yüzden fotoğraf çekemedim sosyal medyayı kullanamadım, aklınıza gelebilecek tüm internet işlerini bilgisayarı açarak yapmaya başladım. Bilgisayarı aç kapa derken her açışımda da Zeynep in bilgisayarı kurcalamak bişrşeyler izlemek istiyor derken sosyal medyayla aramı iyice soğuttum. Sonra iş arayışlarım, işe başlayıp vazgeçişlerim ve en nihayetinde düzenli bir işe başlamam da kendimle etkili oldu.
Ne zamandır aklımdaydı tekrar başlamak. Hep aklıma yazmak için bir şey geliyor ama yazmaya üşeniyordum. Bugün tekrar başladım. Ha yukarıda sıraladığım olumsuzluklar hala giderilmemiş ama olsun, bir yerden başlamak lazım. Zira hayatta her şey her zaman mükemmel olamaz hayatımızda.

Bayramda çocukluk arkadaşım pelin ile buluşup güzel bir gün geçirdik. Pelin Ankara da yaşıyor. Orada da çalışıyor. Sık görüşemesek de her görüştüğümüz zaman nerde kalmıştık deyip başlıyoruz kaldığımız yerden. Buluşmamızda pelin;
“ sen blok yazıyordun ne oldu? Ben arada girip okuyordum.” Dedi. O an dank etti işte. Ben pelin in okuyacağını tahmin etmemiştim, zira kardeşim ve en yakın arkadaşım bile beni okumazken pelin in onca işinin gücünün arasında hemde tamamen ilgisi dışında bir şeyi okuması hatta ne zamandır yazmadığımı fark etmesi bende beni başka bilmediğim kişiler okuyor olabilir düşüncesine itti. Tekrar başlamamın sebebi budur aslında.

Bu yazım özet olsun geçmiş günlere dair. Bundan sonra düzenli olarak en az iki günde bir yazacağıma dair niyet ederek başlıyorum tekrar bloğuma.

Öncelikle artık akıllı bir telefonum yok. Hatta görenlerin “ aaaa bu telefondan kaldı mı yaa” diye tepki verdikleri eski tip bir telefon kullanıyorum. O yüzden sadece amacına hizmet edip “alo” diyor :D yenisini mi ? almayı şimdilik düşünmüyorum. Çünkü almaya niyetlendiğim daha büyük ve daha başka şeyler var. Bunları aldıkça sizinle paylaşırım.
Artık çalışıyorum bu arada. Birkaç başarısız iş denememden sonra tekrar düzenli olarak işe başladım. 3 aydır gidip geliyorum. Amacım bir 3 sene daha gidip gelmek bakalım. Yine döndüm dolaştım muhasebe yapmaya başladım. Ne yapalım şimdi 10 yıllık tecrübe çöp mü olsun. Zaten yaş 30 a yaklaşınca başka bir işe sıfırdan başlamak zor oluyor. Senin niyetin olsa seni işe almaya niyetleri olmayanlar çıkıyor karşına.
Zeynep in kreş alışma süreçleri sancılı geçti. Her sabah kan ter içinde bıraktım kreşe. Bu zamanları hatırlamak bile istemiyorum. Bir anne için gerçekten çok zor bir süreç atlattım. Zaman zaman bahsederim ama şimdi sırası değil.
Kreşe alışmışken kreş değişimi söz konusu oldu. Allahtan yeni kreşe çabuk adapte oldu.

Hayat bana daha çok sürpriz hazırladı tabi bu zaman zarfında. Sırası geldiğinde hepsinden bahsederim.


Ne diyelim şimdilik bu kadar, siz tekrar hoş geldiniz, ben tekrar hoş buldum J

25 Nisan 2016 Pazartesi

masalları sakat buluşum

Bu günlerde masallara takmış durumdayım. Daha öncede takıktım ama bu ara bi başka zıvanadan çıktım.


Zeynep e uyurken masal anlatmak bizim uyku öncesi alışkanlıklarımızdandır. Hep farklı hayvanlı kuşlu böcekli daha yaşına göre günlük hayatta bildiği nesnelerden yola çıkarak masallar anlatmayı tercih ettim ki hayal gücü gelişsin diye. Artık yavaş yavaş prenses masallarına geçtik, çünkü prenses kavramını idrak etmiş durumda artık. Külkedisi ni anlatıyordum, sırasıyla masalı kronolojik sırasıyla anlatmaya başladım. İlk pimpirik (yada pinpirik) prensin balo davetinde geldi içime. Yahu neden prens tüm kızları bir salona topluyor ve içlerinden birini seçiyor, neden seçilen kız oluyor? Neden bu hak sadece prense veriliyor, halktan biri böyle bir davette neden bulunmuyor. Burada çocukların bilinç altına iki mesaj verildiğini farkettim. Biri erkek önüne seçilen seçeneklerden istediğini seçer ki bir salon dolusu ayakkabı toplamıyor kız topluyor içinden seçmek için. İkincisi de sınıf ayrımı? Neden her masalda bir prens tarafından böyle bir davet oluyor. Hadi bir etkinlik diyelim bu kız seçme meramisi demeyelim de daha yumuşak olsun, hadi bu etkinlik neden köy meydanında çoban oğlu tarafından düzenlenmiyor. Burda da zengin her zaman herşeyin en güzelini alır ı mı aşılıyorlar acaba dedim. Sonra devam ettim anlatmaya. Balkabağı araba oldu gitti baloya. Prensin dikkatini çekmek için illa peri mi dokunacak sana. İlla dış güzelliği yani, illa güzel elbise güzel araba güzel ayakkabı. Çok maddesel bir kavram, çok görsel bir bakış açısı oldu bu dedim. Bu düşünceler arasında koptum masaldan. Diğer masalları düşündüm içimden. Hepsi öyle. Hepsi mutlu sonla bitmesine rağmen içten içe bir mesaj vermiş kültürümüzü zedelemek için. Sonra düşündüm türk masallarını. Dedim ne anlatsam, kel oğlan mı J neden olmasın. Sonuçta keloğlan padişah kızına beğendirmek için kendini yarışlara giriyor ve hepsini zekasıyla kazanıyor. Dedim aha buldum, hem burda kadın ön planda hemde görsellik geri planda.



Yarın gideyim peygamber öyküleri alayım, türk masalları alayım. Yeter artık yabancı masallarla çocukları zehirlediğimiz…